Polis savcı olursa...

ARSLAN ARİÇ
ABONE OL

Av. Cesim Parlak tutuklamalarla ilgili cok onemli bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı;

 

Danıştay Başkanı, Danıştay’ın 145. kuruluş yıldönümünde, “Şu memlekete baktığım zaman, affınıza sığınıyorum, işte polis, emniyet teşkilatımız savcı olmuş, bilirkişi de hakim olmuş, mübaşir de yazı işleri müdürü olmuş, ondan sonra ‘adalet’ diye bağırıyoruz.” demişti.

Danıştay Başkanının bu eleştirisi tepki toplamıştı. Başkan popülizm yapıyor denildi. Hatta, emekliliği geldi diye bu eleştirileri yapıyor diyenler bile oldu.

Gezi parkı olaylarından sonra gözaltına alınıp adliyeye sevk edilen şüphelilerle ilgili yapılan soruşturmada, büyük bir skandal yaşandı.

Soruşturma iki farklı yetkili savcılık tarafında yapıldı. Çarşı grubuna yönelik operasyonu özel yetkili savcılık talimatıyla organize suçlar şubesi yaptı. Diğer göstericilerle ilgili soruşturmayı ise genel yetkili savcılık talimatı ile güvenlik şube müdürlüğü yaptı.Çarşı grubu soruşturması ayrı yürütüldüğü için diğer şüphelilerden farklı bir prosedüre tabi tutularak devam etti.

Gözaltılar haklı mıydı?Haksız mıydı? Yerinde miydi? Değil miydi? Bu ayrı bir tartışma konusu. Göz altılarla ilgili polisin nasıl savcı yerine geçerek işlem yaptığı kısmı önemli.

Önce gözaltı işlemleri yapıldı. Şahıslar 3 gün gözaltında tutuldular, daha sonra gruplar halinde Çağlayan Adliyesi’ne götürüldüler. Adliye aşamasına kadar yapılan işlemler görünürde usule uygun yapılmıştı. Tuhaflık, gözaltına alınanların adliye sorgusu tamamlandıktan sonra başladı.

Emniyette gözaltında tutulan 191 kişiden işlemleri biten 90 kişilik grup adliyeye getiriliyor, savcı tarafından ifadeleri alınıyor. Suç “Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na Muhalefet” Suç delili “maske, baret, gözlük ”

Geç saatlere kadar tüm şüphelilerin ifadeleri alınıyor, savcı yaptığı değerlendirme sonucunda 10 kişiyi tutuklamaya sevkediyor, diğerlerini ise serbest bırakıyor.

Mahkemeye sevk edilenlerin ismi polis tarafından okunduğunda koridorda bekleyen avukatlar şok olmuşlardı. Çünkü ismi okunan şüphelilerin hiçbiri savcılığa getirilenlerin içerisinde yoktu.

Görünürde, gözaltına alınan kişilerin savcı tarafından ifadesi alınmıştı ve tutuklama istemiyle mahkemeye sevk kararını da savcı vermişti.

Durumu fark eden avukatlar polise savcılığa getirilmeyen şüphelilerin nasıl oluyor da savcı tarafından tutuklamaya sevk edildiğini sorunca polisler keyfi uygulamalarının fark edildiğinde anlayınca ortalık karışmış.

Polis avukatların tepkisi üzerine savcıya gidip meseleyi düzeltmeye çalışırken,avukatlarda polisin peşinden giderek savcıdan bu durumun izah edilmesini talep ettiklerinde savcının tepkisi ise; “özrü kabahatinden büyüktür” özdeyişine uygun düşecek avukatları odasından kovmuş.

İşin gerçeği ise, polis tarafından kimlerin tutuklamaya sevkedileceği emniyette listelendi ve savcıya sadece usulen işlem yaptırıldı. Savcı, görevinin gereğini yapmış olsaydı ifadesini almadığı kişileri mahkemeye sevketmek gibi bir skandala imza atmayacaktı.

İşte bugün, Gezi olayları sonrasında Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan skandal Danıştay Başkanı’nın eleştirisinin ne kadar haklı olduğunu gösterdi.

Türkiye’de son günlerde yaşanan olayların, kuşkusuz birçok sosyolojik ve psikolojik nedenleri var. Ancak bunlar olaylar yatıştıktan sonra yapılacak araştırma ve incelemelerle netleştirilebilir .Olaylardan sonra başlayan soruşturmalar itina ile yapılmalı.işin yargısal boyutunda çok hassas davranılmalı ki yeniden başa dönülmesin.Soruşturma aşamasında yapılan bu büyük hatanın yargı sürecinde de tekrarlanmaması için yargının fazlasıyla dikkatli olması gerekir.

HSYK’ nın (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) Yaptığı Son Atamalar

Yargıda yaşananlar sadece savcılıkla sınırlı değil. HSYK’nın yaptığı atamalarda, hakimlerin uzmanlık alanlarını dikkate almıyor olması da benzer nitelikteki skandalların yaşanmasına neden oluyor.

Hakim ve savcıların , görev aldıkları adliyelerde hangi mahkemeye bakacakları ve yetkileri HSYK tarafından belirlenir. HSYK, hakimlerin mesleki yeterliliklerini ve yetkin oldukları alanları dikkate almadan görevlendirme yaptığı, yapılan son atamalarda belirgin hale geldi.

Geçen hafta Çağlayan Adliyesi’nde yıllardır Asliye Ticaret Mahkemesi’ne bakan bir hakimi, Ağır Ceza Mahkemesi’ne, Ticaret Mahkemesi’nde hiç görev almamış yıllardır Sulh Hukuk Mahkemesi’nde çalışmış bir hakimi de Ticaret Mahkemesi’ne atadı.

Ağır Ceza Mahkemesi’ne atanan hakim “ben yıllardır hukuk hakimliği yaptım, ceza hakimliğinden anlamam” diyor. Onun yerine gelen hakim de “ben ticaretten anlamıyorum” diyor. Ağır ceza mahkemesine giden ticaret hakimi, ceza hukukunu öğreninceye kadar birçok masum insanın haksız yere ceza almasına sebep olacak.Ticaret mahkemesine gelen sulh hukuk hakimi de ticaret hukukunu bilmediği için bilir kişilerin oyuncağı haline gelecek.

Sonuçta bu atamalardan dolayı; Yargı yavaşlayacak, mahkemelerden kararlar çıkmayacak, çıkan kararlar da adil olmayacak.

Yerel mahkemelerde yaşanan bu skandallar devam ede dursun, Yüksek Yargı’da da durum bundan çok farklı değil.

Hep bir söylenti vardı; Yargıtay da dosyaların iyi okunmadığı, yerel mahkemeden gittiği gibi geri geldiği, bozma ve onama işleminin tanıdıklar olduğu zaman daha kolay olduğu…

Bu söylentiyi de haklı çıkaracak bir olay yaşandı geçen hafta.

Yargıtay 12.Hukuk Dairesi, Kadıköy’de verilen bir mahkeme kararını bozdu. Bozma üzerine, dosyada yeniden mahkemesine geri geldi. Dosya bozulduğu için mahkeme taraflara bir duruşma günü vererek davayı yeniden görmeye başladı.

Duruşma günü davalı ve davacı avukatları duruşma salonunda yerlerini aldıktan sonra hakim dosyayı açıp Yargıtay’ın bozma kararını okudu. Karar okunduktan sonra, davalı avukatı, davacı avukatı,mahkeme hakimi hepsi şaşkınlık içerisindeydi.Çünkü Yargıtay öyle bir karar vermişti ki;karara uysa da olmuyordu,dirense de olmuyordu. Çünkü bozma kararı dosya ile ilgisi yoktu.

Yargıtay’ın kararında bahsi geçen davanın tarafları ve konusu yerel mahkeme dosyasından tamamen farklıydı. Yüksek Mahkeme’de dosyaların içeriğine dahi bakılmadan el yordamıyla iş yapıldığını anlamış olduk.

 

Yapılan yanlışlıkların önüne geçilmezse bu silsilesinin sonucunda oluşan hak kayıplarından dolayı, adliyede vatandaşın “ADALET” diyen haykırışları artarak devam edecek.