ACIYA ALIŞMAK MI?

Cafer Özilhan
ABONE OL

izmir'de 105 insanın  toprak altında can vermesi, yüzlerce insanın yaralanması, milyonlarca insanın acısı göz yaşı... 
Sadece ülkemiz de değil, yeryüzünde bu haberi izleyen duyan, çekilen acıyı hisseden "insanların " var olduğu kadar, kişisel ikbal için timsah göz yaşı dökenleride varsayarsak, "insan tanımak" insan olmak kadar önemlidir. 
Fars asıllı ABD vatandaşı, "Kemanı ağlatan adam" olarak bilinen, dünyanın en iyi keman virtüözlerinden Farid Farjad'ın 
" Acı  diyorum efendim,
O da evrensel olmalı;
Bir çocuğun eline diken batsa;
İnsanoğlu yanmalı" sözü, bu olması gereken duyguyu anlatır. Ve, bu söz aynı zamanda, insan tanımanın rehberidir..

Ülkemiz de ise, iktidarı muhalefeti, mesleği, yaşı, inancı ne olursa olsun "acıdan beslenen" , acıyı, kişisel gelecegi" için araç olarak kullananların varlığı yadsınamaz.
  
Yıllardır yaşanılan acılarda,  yoksulluk, yolsuzlukta, yağmada, talanda payı yokmuş gibi konuşan, timsah gözyaşları dökenlerin, bu deprem gerçeğinde de ortaya çıkması tesadüf değil, yeni hiç değil... Felaketin ilk anından itibaren, varlığı yokluğu tartışılan, bir kaç yayın organı dışında, medyada öylesine bir kirlilik oluştu ki, gerçek ne? sorusuna "bu" diyen mumla aranıyor.  
Deprem bölgesinde günlerdir, can kurtarmak için çırpınan kurtarma ekipleri yaşayan,  nefes alan canları tek tek enkazın altından söküp alıyor. Evet, sağ olarak kurtarılan her can için sevinç gözyaşları döküyoruz.
Hiç kuşku yok ki, insan olan herkesi gözyaşına boğan o anlardan biri;  4 yaşında bir çocuğun, yaşama gülümsemesinin sevincide kirletiliyor. Yaşadığı felaketin boyutunu bile anlamamış, Kurtarma ekibinden elini tutan "abi" ye gülümsüyor küçük Ayda;  "Köfte ayran istiyorum" diyor.. ve, insanoğlunun, çiğ, ahlaksız, insani duyguları yok olmuş, vicdan mı cüzdan mı? ayrımında cüzdan diyenler sıraya giriyor.. Medya, sosyal medya bir anda işgal ediliyor. 

Köfteci Yusuf, Yurtiçi Kargo, Unico Sigorta, ağlayan spiker falan vs. Hepsi bir çocuk üzerinden gündem olmanın, reklam yapmanın orgazmını yaşıyor. Kurtarma çalışmaları, göçük altında can veren 105 can, bir anda ikinci gündem oluyor. Bir ay okul taksidini ödemeyen öğrenciyi kapı önüne koyan okul sahipleri, okumak isteyen, kazanmasına rağmen parası olmadığı için kaydını yaptıramayan tek bir öğrenciyi bile parasız okutmayan bazı okullar.  Bu güne kadar eğitime nasıl bir katkı verdiği bilinmeyen firmalar, kargo şirketleri, "ömür boyu eğitimi bizden" diye bağırıyor.  Sağlık Bakanı, "Yavrumuz kurtuldu, artık canı acımıyor " diyebiliyor. O küçük çocuğun annesinin toprak altında can verdiğini, kaç yıl geçerse geçsin bu korku dolu 91 saati, annesizlik acısını hep hissedeceğini düşünmüyor bile..
Aslında, yapılan yapılmak istenen herşey  kral çıplak diye bağırıyor.. Felaketin ilk iki günü, mitingler, partisinin kongrelerinde konuşan, deprem haberleri durdurulup konuşması canlı yayınlanan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı  Erdoğan, "deprem yaralarını sarmak için toplanan paraların ne olduğunu kimse sormasın " diyor. Erdoğan'ın  en sadık ortağı Bahçeli, "sağlam zeminli, depreme dayanaklı binalarda otursalar bu kadar insan ölmezdi" diyor. Bunu sağlamak, denetlemek görevi hükümetlerin, devletin görevi değilmiş gibi. Kendi bu iktidarın yaşaması  için, onlarca kez TBMM de verilen "deprem araştırması" önergelerine "hayır" dememiş gibi. 
Yüzlerce canın ölümüne neden olan binaları yapanlar, denetimini yapmayanlar, sorumluluğu olanlar nerede? Sorularına karşı, bir  kaç gözaltı, belki kısa süreliğine bir iki tutuklama haberi servis ediliyor. Bunu anlamak için, çocukları yaşında ki genç sevgilileri ile kamera karşısında poz vermesiyle ünlü Ali Ağaoğlu' nun sözlerini hatırlamak gerekir. 
20 Ağustos 2009 da, Ağaoğlu' nun; Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan "1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden demirleri hurdadan çektik. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez, ölen şanslıdır" açıklamasını hatırlayan var mı? Ne oldu Ağaoğlu'na hiç.. Servetine servet kattı, zorlandığı yerde, halkın vergilerinden toplanan paralarla vergi borçları kapatıldı, gece hayatında bir figür yok olmasın diye yaşatıldı, yaşatılıyor... 
Hatırlayın; Ekrem imamoğlu, İBB BAŞKANI olarak Atasehir'i ziyaret ettiği an, sağ yanında ilçe belediye başkanı, sol yanında Ali Ağaoğlu vardi. Flaşlar patlarken imamoğlu' nun bu kareden rahatsızlığı belli oluyordu. Ancak, Ağaoğlu' nu kolundan tutup o kareye getiren kim di? Kimlerdi? ortaya çıkmadı, soranlar susturulmaya çalışıldı. 
iZMiR depremi için yaptıkları uyarıların dikkate alınmamasından yakınan bilim insanlarının "Aydın fay hayatına dikkat. istanbul için geç kalınmasın" uyarılarına, "ulan, Allah yapıyor depremi" diye bağıran yazan yobaz, bağnaz kalemlerin sosyal medyada cirit attığı bir dönem bu. Küçük  bir canın, canların kurtulması üzerinden, kaldırımda dilenen, camdan içeri  bakıp  yutkunanları  müşterilerin iştahını kaçırıyor diye kovanların, köfte ayran güzellemesi ile gizlenen gerçekler, corona virüsü günlük tablosunda gerçek rakamları gizlemekten daha vahim daha zararlı. 
Yaşanan acıları, sorumlularını, bundan sonra yaşanacak olası  acıları, toplum olarak, insan olarak daha önce yaşadığımız, istanbul, Gölcük, Malatya, Elazığ gibi devasa acıları, ömür  boyu egitimi benden, köfte ekmekler benden diyerek, lanet arabesk kültürünün arkasına saklamak,  eğitimin, bilimin neden "göz ardı" edildiğinin kanıtı değil mi ?  
Ne olursa olsun, unutulmaması gereken tek şey; "insanı değerleri olmayanların, dini,milli, manevi hiç bir değere saygısı olmaz, olamaz..." 
Okumayan var mı? bilmem ama Şeker  Portakal  isimli kitapta, şöyle bir diyalog vardır; 
"- Acılarım kaç gün sürecek Portuga?
- 40 gün.
- 40 gün sonra geçecek mi?
- Hayır, alışacaksın..."
Acıları ortak yaşayalım, acıları paylaşalım, yaraları birlikte saralım.. Ama, 40 gün sonra alışıp,  sorumlularını unutmayalım ki, yeni acılar yaşamayalım...