İnsan Hakları Yoksa, Halk Adalet Arar
68 yıl önce bugün, yani 10 Aralık 1948 yılında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyayınlandı. İnsan hakları açısından evrensel değeri olan bu bildirgeyi Türkiye'de imzalamıştır. Ama sadece imzalamıştır! O kadar!
Hukuksuzluğun kol gezdiği, OHAL’li bir Türkiye’de “10 Aralık İnsan Hakları Haftası”nasıl kutlanabilir?
İfade Etmek İstiyoruz, İfade Vermek Değil...
Evrensel hukuk, insanın doğuştan kazandığı haklarının, devredilemez, ertelenemez olduğunu ve evrensel nitelik taşıdığını ifade etmektedir. Ama doğarken özgür ve eşit olan insan, doğumdan sonraki yaşamında karşı hak ihlalleriyle karşı karşıya kalıyor.
2017’in arifesinde Türkiye insan hakları uygulamalarında bu evrensel ilkeleri dikkate alınmıyor. İnsan hakları evrensel bildirgesinin kabul edilişinin 68. yılında, Türkiye toplumu AKP tarafında baskı altına alınmaya, susturulmaya ve savunmasız bırakılmaya devam ediyor.
Hak ihlallerinin en çok artığı ve yaşandığı dönemdeyiz. OHAL insan haklarına karşı yasaklar, hukuksuzluk, savaş ve şiddete dönüşmüştür. OHAL altında insan hakların ihlallerinin yaşandığı bu dönemde;
Söz, yetki ve karar hakkının tek kişinin eline teslim edecek Anayasa taslağı, manidar şekilde bugün TBMM’ne sunulacak.
İnsan Hakları Haftasında hak ihlalleri sorgulamak OHAL yüzünden yasak. Hukuksuzluk meşrulaştırılmaya ve sıradanlaştırılmaya başlandı.
İnsan Hakları Haftasını kutlamak ve bunun için etkinlik yapmakta yasak. Çünkü bu ülkede insan hakları savunucuları cezaevlerindedir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü yasak. Türkiye, insanların kendisini ifade etme hakkına değil, ifade vermek zorunda kaldığı ülkeye dönmüştür.
Yaşam hakkının ayaklar altına alındığı ve ihlal edildiği bu ülkede, ölü insanların “şehitlik hakkı”kutsanıyor.
Gazetecilere, akademisyenlere, siyasetçilere gözaltı ve tutuklamalarla cezaevlerinde boş yer bırakmayıp, spor komplekslerini dolduran ve ülkeyi adeta bir hak ihlali çöplüğüne dönüştürüldü. 144 gazeteci, onlarca siyasetçi, binlerce muhalif cezaevine konuldu.
AKP’li yıllar, insan hakları ihlalleri AİHM’e taşınan hak ihlalleri davaları ile zirvelere taşındı.
Eğitim hakkı mezhepçilikle kuşatıldı ve ayrımcılık arttı.
144 ülke arasında yapılan cinsiyet eşitliği değerlendirmesinde 130. Sıraya yerleştik. Kadına yönelik tecavüz, şiddet ve ayrımcılık giderek artıyor.
Yurtlarda çocuklara yönelik tacizler ve tecavüzler artmaya başladı.
Mülteciler, ayrımcılık, istismar ve “Kayseri pazarlığı”politikalarıyla umutsuzluğun cehenneminde yaşarken, umuda yolcular için, denizlerimiz dünyanın açık mülteci mezarlığına dönüştü.
15 Temmuz darbe girişimi, adım adım sivil darbeye dönüştürüldü.
Şehirler canlı bombaların patlatıldığı savaş ortamına ve katliamlar ise sıralı hale getirildi. İnsanların temel hak ve özgürlüklerini elinden alarak endişe içinde yaşamın içine sokmuştur.
Keyfi yasaklar, baskılar, şiddet ve savaş politikalarıyla yaratılan korku ortamı, halkta yaşam endişesini artırmış, insanların geleceğe umutla bakmasını, yaşam dair güvencelerini yok etme noktasına getirmiştir.
Demokratik hak kullanımı için düşünce açıklamak, gösteri yapmak ve örgütlenme özgürlüğü keyfi ve KHK’lar ile engelleniyor. Kamu emekçileri açığa alınıyor, cezaevlerini konuluyor. Örneğin keyfi bir OHAL KHK’sı ile 1993 yılında Sivas katledilen Şair Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan’da, Devlet Tiyatrolarındaki görevinden açığa alınmıştır.
Yerel yönetimlerin seçilmiş başkanları cezaevine, halkın iradesinin yerine kayyum atanıyor.
Milletvekillerinin yerinin parlamento olması gerekirken, halkın iradesi cezaevine konuluyor.
Halkın haber alma hakkı ve basın yayın özgürlüğü baskılara maruz kalırken, muhalif olan tüm dernekler, televizyonlar ve gazeteler kapatılıyor ve basın emekçilerini cezaevine dolduruluyor.
12 Eylül darbe Anayasası ile iktidarlarını koruyanlar, şimdi “Tek adam” rejimi istiyorlar.
Anayasanın zorunlu hale getirdiği din dersleriyle, Diyanetiyle, 150 Bin imamı ve 96 bin camisi, 25 bin Kuran kursu, İmam Hatip Liseleriyle ve onlarca İlahiyat Fakülteleriyle toplum dindarlaştırma devam ediyor.
Evrensel hukuk değil, dinsel kurallar referans alınıyor, AİHM kararlarına değil,“Ulemaya danışmak” gerektiğine hükümet vurgusu devam ediyor.
İnsan Hakları Dinselleştirme ve Asimilasyon
Eğitimi dinselleştirmek suretiyle, mezhepçilik dayatılıyor. Çocukların yüksek çıkarı çiğneniyor. Okulda ve derslerde namaz kıldırılması halen devam ediyor.
Türkiye'deki insan hakları ihlallerinde, artık dini referanslar da kullanılıyor. Farklı kimlikler açısından bakıldığında durum vahim görünüyor. İnsan hakları evrensel bildirgesinin kabul edilişinin 68. yılında Türkiye'de;
Nüfusun üçte birini oluşturan Alevilerin hakları ihlal edilmeye devam, inkar, asimilasyon ve ayrımcılık devam etmektedir.
Zorunlu din dersleri ile çocuklara zorla dinsel eğitim verilmektedir. Yalova’da yaşayan bir Alevi hekim “Din ibadet devlet tarafından değil, ailesi tarafından çocuklarına verilmelidir. Bizler zorunlu din dersi uygulamasının son bulmasını talep ediyoruz. Laik bir eğitim sisteminde zorunlu din dersi uygulaması kabul edilemez. Ülkemizi bağlayan Avrupa Birliği sözleşmelerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin zorunlu din derslerinin iptali için verdiği kararın uygulanmasını talep ediyoruz.”dediği için Emniyet Müdürlüğü ifadesi aldı, yandaş medya linç girişimi başlattı, işveren ise A. Meral’ı işten çıkardı.
Alevi köylerine zorla cami yapılmaya, Alevi yerleşim birimlerinde ideolojik müdahaleler devam etmektedir.
Resmi din dayatması ile farklı inançsal kimliklere yönelik ayrımcılık devam ederken, ayrımcılığa maruz kalan “ötekilerin”vergileri ile Diyanet İşleri Başkanlığı ve mezhepçi eğitim ve eğitim kurumları finanse edilmektedir.
Aleviliğin tanınması yerine inkâr ve zorla tanımlama ısrarı halen devam etmektedir.
Cemevlerine yönelik siyasi ve hukuksal inkâr ve ihlaller devam etmektedir.
Kürtlerin etnik ve kültürel kimlik hakları gasp edilmiştir. Kürt sorununun çözümünde şiddetten arındırılmış, barış içinde, eşit koşullarda bir arada yaşama talebine yaşam hakkı tanınmıyor.
Kürt il ve ilçelerinde uygulanan sokağa çıkma yasakları ve ablukalarla gerçekleştirilen yıkımlar sonucu yaklaşık 500 bin insan zorla yerinden edilmiş ve göçe zorlanmıştır.
Kürtçe dili üzerinde yasakçı zihniyet halen devam ediyor. 12 yaşında katledilmiş Uğur kaymaz’ların sırtında halen kurşunlar çıkmaya devam ediyor.
Romanlara yönelik ayrımcılık ve dışlama devam etmektedir. Ayrımcılığa karşı yasal bir güvence halen yapılmadı.
Romanların eğitiminde yaşanan engel ve dışlama halen devam etmektedir.
Romanları potansiyel suçlu muamelesi yapmak, günlük davranış haline getirildi.
Romanların sosyal ve hukuksal güvenliği sorunu halen çözülmedi.
15 yaşındaki “Çingene Kudret” Beycuma’daki M Tipi Kapalı Cezaevi’ndeki basket potasına asılı bulundu. Hükümet bu olayı da sessizce örtbas etti. Çingene olmanın dayanılmaz acısı hak ihlalleriyle devam ediyor.
Her gün 3 kadın şiddet sonucu öldürülmeye devam ediyor. Kadınlar hayatın her alanında ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalıyor.
Farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara yönelik şiddet, sokaklardaki saldırı, taciz ve önyargı halen devam etmektedir. Eşcinsellere ve Travestilere yönelik siyasi, hukuksal ve sosyal ayrımcılık toplumsal baskı mekanizmaları güçlendirmeye devam ediyor. İslamcı kesimlerin farklı cinsel yönelimi olan kişileri “hastalıklı” olarak damgalaması ise, bu baskıları daha da artırmaya devam ediyor. LGBTİ bireyleri “suçlu” gören ve cinsel yönelim ile cinsiyet kimliği nedeniyle uygulanan ayrımcılık ve şiddeti besleyen devlet ve dinsel zihniyet beslenmeye devam ediyor.
Gayri Müslimlere yönelik ayrımcılık ve 6-7 Eylül ruhu halen yaşatılıyor.
Türkiye’de gayrimüslimler yönelik tehdit ve korkunç saldırılar Dink, Santoro, Malatya olaylarında olduğu gibi devam ediyor. Siyasetin ve devletin milliyetçi ve gayrimüslim-fobik söylemi bu ayrımcılığın kaynağı olmaya devam ediyor.
Kendilerini ifade etmek isteyen, parasız ve demokratik eğitim hakkı talep eden öğrenciler üzerindeki baskıcı ve yasakçı uygulamalar devam ediyor.
Üniversiteler bilim yuvası olmak yerine, anti demokratik uygulamaların ve AKP’nin şubeleri olmaya adaylar.
AKP hükümeti eleştiriye, itiraza ve demokratik hak arama taleplerine özgürlük tanımıyor. İtirazlarını, eleştirilerini ve ekonomik, demokratik ve siyasi hak arama talebiyle ortaya çıkan işçileri, gençleri, kamu emekçilerini, farklı kesimleri düşmanlaştırmaya devam ediyor.
İşsizlere ve yoksullara karşı sosyal olması gereken devlet, ayrımcı ve hak ihlali yapmaya devam ediyor. Türkiye’de 15 milyon insan günde 2 dolarla geçinmek zorunda. İnsani gelişme düzeyimiz 88. Sırada kalmaya devam ediyor. Nüfusun üçte biri işsiz.
Yandaş sendikalar dışındaki tüm emek örgütlerine yönelik baskı, yasaklar, işten çıkarmalar, açığa alınmalar ve tutuklamalar ile sendikal örgütlenme hakları ihlal ediliyor.
Türkiye'de farklı kültürel kimliklere karşı ekonomik, siyasal ve hukuksal ayırımcılık ve haksızlık sürmektedir. AKP’nin eşit yurttaşlık ve eşit haklar ekseninde eşitliğin fiilen yaratılmasını sağlayacak ve hak ihlallerine son verilmesini sağlayacak bir siyasi iradesi ve projesi de yoktur.
İnsan Hakları Haftasında temel talebimiz; Hukukun ve siyasetin dinsel ve dilsel ayrımcılıktan arındırılması, farklı olanların eşit koşullarda bir arada, barış içerinde, kardeşçe yaşaması sağlanmalıdır.
Demokratik kamuoyu ve toplumsal muhalefet dinamikleri, 68 yıl geçte olsa, birleşik bir mücadele zemininde yan yana gelebilmeli, demokrasi ve laiklik ekseninde insan haklarını merkezine alan çoğulcu bir Türkiye’yi adım adım kurmalıdır.
Bu vesileyle "İnsan Hakları Haftası" nı kutluyor ve herkesi haklarına sahip çıkamaya ve hak temelli mücadeleye davet ediyorum. Zira insan hakkı, insan onuru ve değerinin olmazsa olmaz parçasıdır.
Savunmasız kalmamak için, onurun için, insan haklarına ve değerlerine sahip çık...