ÖLÜMÜN KIYISINDA YAŞAMAK

TURAN ESER
ABONE OL

Yine öldürüldük... Yine mezarlar kazıyoruz… Yine sıralı gömeceğiz… Yaşam hakkı elinden alınmış insanların ülkesinde, son bir buçuk yılda çok sayıda saldırı ve katliam yaşandı, 400’den fazla kişi yaşamını yitirdi, 2 bine yakın yurttaş ise yaralandı.

Katliamı yapanların kimliği, insanlık dışı suçu değiştirmeyecektir. Şiddet, silah ve savaş ise hiçbir ‘kutsal davaya’ meşruluk kazandırmayacaktır. Her katliam iktidarın elini güçlendirir. Her katliam, ne adına yapılırsa yapılsın, doğrudan ya da dolaylı iktidarın taşeronluğuna adaylıktır.

Yaşamlarını ölümün kıyısında geçirmek zorunda olanların ülkesinde, insana yönelik kıyımlar ve tahribatlar sıradanlaşıyor. Geleneğinde ölmek, yaşam hakkından daha çok kutsanmış bir coğrafyadayız. Kucaklarında ölenlere ait fotoğrafları büyük bir gururla ‘şehitler ölmez’ diye taşıyanlar, yaşayanları ile gurur duymuyor.

Mezarları ve bir de duvarlarında yitirdiği insanların fotoğrafları çoğalan bir ülkeyiz… Sesimizde ağıt, vicdanımızda sızı var ve toprağa düşen ölümler var. “Savaş ve ölümler bitsin, şimdi barış zamanı” diyenleri cezaevlerine tıkanlar da var.

Ölmeye, öldürmeye ve bunun üzerinden baskıcı ve şiddet politikalarına, siyasi gerekçeler üretiyorlar. Böylesi bir cehennemde ise ölen ‘şehit’, öldüren ‘kahraman’, ölümün meşruiyeti ise ‘kutsal dava’ oluyor.
İnsan Hakları Günü’nde, canımızda bombalar patlıyor. Ruhlarımız ve bedenlerimiz param parça halleriyle yıllardır toplanamıyor. Halk, can ve yaşam endişesi içindeyken, siyasetçiler politik kazanımlar ve hırslarının derdindeler. Medya şovmenleri ise iktidar üzerinden okumalarla, yaşam hakkına ve barış talebine değil, savaşa ve ölümlere ‘gerekçeli’ analizleri yapıyorlar. Barış için bir yol açmak yerine, intikam çığlıkları toplumsallaştırılıyor.

Vicdanlar, patlayan bombalar, ölümler ve parçalanmış bendenler karşında, gücünü aklını ve yüreğini birlemiyor. Lanet olası savaş ve şiddetten beslenenler ve bu alçakça saldırıyı düzenleyenler ise ‘kazananlar’ oluyor.
Kaybeden ise insanlık!

Zalimlerin dünyasında mazlumlar ölümlere misafir edilirken, yeryüzünü cehenneme çevirenler ise iktidarlarının cennetlerine misafir oluyor. Çünkü onlar için ölüme misafir edilecek ve gelecekleri çalınmış binlerce genç var.
Barışı bir ülkeden sürgün edenler, savaşa ev sahipliği yapıyorlar. Zira savaş iktidardır, ganimettir, zulümdür ve hanedanlıktır.

Ölümü normalleştiren savaş siyasetlerinin hedefinde başkaca amaçlar konulur. AKP iktidarının intikamcı politikaları ‘Başkanlık sistemini’ ve OHAL’i sürekli hale getirmeye hizmet edecektir.

Tüm bu yaşananlar, AKP Türkiye’sinin Büyük Ortadoğu Projesi ekseninde ABD, NATO ve cihadistler kurduğu ittifakların sonuçlarıdır. Bugün ise BOP ve ‘ılımlı-radikal İslam’ politikalarının yarattığı tahribatları yaşıyoruz. İstanbul Katliamı ise ‘büyük’ BOP resminden bugüne yansıyan kısmıdır.

AKP Hükümeti, laiklik, demokrasi, hukuk ve barışa değil, savaşa ve ölüme ‘açık kapı politikası’ uyguluyor.

 

Ülkemizde yaşananların sorumlusu olan AKP, bu ülkeyi yönetemiyor. Yönetemediği için de Ortadoğu kaosunu ülkemize taşımayı tercih ediyor. Çünkü kaos kural, kurum ve hukuk dışı davranmaya zemin hazırlıyor. Bu şiddet ortamında ise 80 milyonluk ülkede tek adam rejimine yol açacak, tek adam için özel anayasanın çıkarılması için AKP-MHP ile Türk İslam Sentezi’nin siyasal manevrası ile karşımıza çıkıyor. 


Korkuyu örgütlemek ve toplumsallaştırmak isteyen AKP politikalarına karşı, insan haklarından, laiklikten, demokrasiden, emekten ve barıştan yana tüm güçlerin savaşa karşı barış, ölüme karşı yaşam hakkı için güçlerini, akıllarını, kalplerini, vicdanlarını ve adalet arayışını birleşik mücadele zemininde buluşturması elzemdir.

Barış, laiklik, demokrasi ve emek hakkı için, söz, yetki ve karar hakkının halktan tek adam rejimine ve tek adam anayasasına devredilmesine ortak ve yüksek sesle itiraz etmeliyiz. Tarihsel sorumluluk bunu bekliyor.

CHP’li Selami Öztürk’ün Alevi algısı üzerine

Kimine göre ‘laikliğin sigortası’, kimine göre ‘katli vacip’ olan Aleviler için CHP’li Avukat Selami Öztürk katliamlara ‘avantaj’ ve ‘kullanışlı’ diyor. Hurdalıkların ve çöplüklerin bile kabul etmediği bu fikirler televizyon ekranlarından kusuluyor. Kusan sadece kendi üstünü pislemiyor, etrafını da pisliyor.

Öztürk, “Türkiye’de Aleviler öldürülse de sineye çekiyor bu bizim için bir avantaj” ve “Biz sünniler dahil olmak üzere bu şansı kullanmalıyız” diyor. Bundan daha felaket, mezhepçi ve ayrımcı konuşma olabilir mi?
“Yok yanlış anlaşıldım” diye düzeltmeye çalışsa da, Aleviler ‘avantaj’ ya da ‘kullanılacak’ halk değildir. Öztürk’ün mezhepçi entelektüel cari açığını dışa vuracağı bir ‘argüman’ da değildir!

Öztürk, zikrinin fikrini dışa vurmuştur. Alevilere ‘eşit yurttaş’ olarak değil, ‘kullanışlı vatandaş’ olarak bakışını itiraf etmiştir. Alevilere yönelik katliamlara, ayrımcılığa asimilasyona ve nefret söylemine karşı itirazın değil, bunların mağduru olan Alevilere ‘avantaj’ derinliğinde bana fikri ve vicdani fukaralığını sergilemiştir.

Öztürk, tecavüze uğrayan kadına değil ‘marka değeri’ olan caddeye üzülmüştür. Dün kadını ‘marka değerine’, bugün Alevileri ‘avantaja’ satmıştır. İnsani pusulasını şaşırmak böyle bir şey olsa gerek.