Dilipak "Farklılıkları Yok Etmeye Kalkmak da Bir Cinayettir"
Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, bu günkü köşe yazısında önemli konulara değindi.
İşte Dilipak'ın o yazısı
“Toplumsal kargaşalar“ üzerine yazdığı makale ile adından çok söz ettiren, İngiliz düşünür Bacon’un ilginç bir tesbiti var: “Machiavelli de, pek yerinde bir görüşle, “toplumun babası” olmaları gereken hükümdarların bir partiye bağlanıp yan tutmaları durumunda, devletin, bir yanına çok ağırlık yüklendiği için dengesizlikten batan bir gemiye dönüşeceğini söyler.
Tıpkı Fransa Kralı 3. Henri'nin önce Protestanları yok etmek için kurulan birliğe girmesi, hemen sonra da aynı birliğin krala karşı dönmesi gibi.” Partili başkanlık rejimini tartışırken bu konu yeterince konuşulmadı. “Amerika’da var, bizde neden olmasın” gibi bir havaya girildi.
Aslında bana göre Partili olabilir. Ama “Partici” olmamalı, daha doğrusu “Partizanca” davranmamalı. O zaman Bacon’un dikkat çektiği Machiavelli’ye gönderme yaparak verdiği örnek çok önemli. “Partili olabilir” düşüncemin arkasında yatan sebep şu: Herkesin bir dini, mezhebi, ideolojisi, siyasi görüşü var.
Bunlar elbise, rozet, şapka, ayakkabı değil ki, çıkartıp bir yere koyasın. “Tarafsız”lık her zaman bir aldatmacadır, illüzyondur. Öyle bir şey yok, olamaz. “Tarafsız”mış gibi bir görüntüdür o fotoğrafta topluma sunulan. Hayır, adil” olsun, “Namuslu” olsun, “Dürüst” olsun, “Hakikatten, haklıdan yana taraf” olsun. Bu anlamda “El emin” olsun! Yoksa “gayedeki hikmet” kaybolur.
Aslında sadece “Başkanlık” rejimi açısından değil, herhangi temsili bir görevde, daha geniş anlamda hayatın her alanında “…CI” olmaktan kaçınmak gerek. Ben bu anlamda “Müslümancı” bile değilim. Ben sadece “Müslümanım” elhamdülillah!
“Akıllı” olmak güzel, ama “akılcı” olmak sorun. “Kadın” ya da “erkek” olmak sorun değil, “Kadıncı” ya da “erkekçi” olmak sorun. “Türk” yada “Kürt” olmak sorunda değil, “Türkçü” ya da “Kürtçü” olmak sorun! Bu farklılıkları yok etmeye kalkmak da bir cinayettir. Farklı olabiliriz. Bunda bir sorun yok. Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamamız da mümkün.
Bakın kulağa hoş gelen, içi boş bir kavram olan “eşitlik” de tam bir yalan. “Eşitlikçilik” de ahlaki değil. Her insan parmak uçları gibi farklıdır. Biri bir konuda geri, bir konuda çok daha ileri olabilir. Her zaman her toplumda, ahmaklar, cahiller, hainler de olur, akıllı, dürüst, kahramanlar da. Biz eşit değiliz, olamayız. Önemli olan adil, merhametli, şefkatli olmaktır.
“Hoşgörü” de bir başka aldatmaca konusu. Her insanın hoş göreceği ve göremeyeceği şeyler vardır. Bir arada yaşayacaksak, hoş görmediğimiz bir şeye karşı da, elbette 5 temel ilke çerçevesinde tahammül gösterebilecek miyiz? Önemli olan bu. Hoş görmeyecekseniz bile, tahammül sınırlarını aşan bir durum söz konusu ile, hakeme ya da yargıya gidecek misiniz yoksa kaba güç mü kullanacaksınız.
Bizde birileri bir anda öyle “ılımlı” hale geldi ki, “Ailenin çocuklarının yönelimleri üzerinde yönlendirici değil nötr olmaları gerektiğini” söylemeye başladılar. Bunu söyleyenleri ayakta alkışladılar. Hani din nasihat idi, aileleri çocuklarını İslam ahlakına, edebine göre yetiştirecekti. İstanbul sözleşmesi’nin hükümleri birilerinin kafasında Ayet ve hadislerin önüne geçti sanki.
Nikah memuru, evleneceklere soruyor, “hiçbir etki altında kalmadan falanı eş olarak kabul ediyor musun”. Durun bakalım kardeşim, “etki” değil, “baskı”! Şafii'de evlenecek tarafların nikah akdine geçmeden iki tarafın anne-babalarının rızasını almak gerekir. Bir de evlenecek gençler ya da aileler elbette birbirlerinden etkilendiler ve etkilediler. Aileler öğüt verdiler. Onlar da öğüt aldılar. Ama nikah memuru soruyor. Daha evliliğe ilk adımda yalan ikrar üzerine nikah kıyılıyor. Hani “Allah’ın emri, peygamberin gavli” ne oldu. Onların “etkisi” ne olacak!
“Öfke baldan tatlıdır” derler. Öfke öfkeyi çağırır, öfke siyasetin dili olmamalı. Hem topluma kötü örnek olur, hem maslahata aykırıdır. Uzlaşma zeminini yok eder. Halbuki uzlaşı siyasetin olmazsa olmazıdır. Çünkü tek tip bir toplum yoktur ve olamaz!
Şu devlet - millet kaynaşması gibi anlamsız fantezilerden de vazgeçmek gerek. Yönetim=Devlet değil. Yönetim, millete vekaleten devleti yönetir. Ama o devlet değildir. Devlet, Halk, ülke ve bir birlikte yaşama iradesini ifade eden, onun inanç, tarih, gelenek, onu o yapan, onu başkalarından ayıran, alamet-i farikası olan bir hukuk düzeninden oluşur. Bayrak da onun remzidir. Bunlardan biri diğeri ile birlikte değilse orada devlet yoktur. Bir yapı varsa o da Meşru değildir. Birlikte var olan bir şeyin kaynaşmasından söz etmek de mümkün değildir. Burada devlet kendini milletten ayrıştırırsa orada sorun vardır. Burada ülke, üzerine bastığınız toprak, millet insan; inanç, dil, tarih, gelenek onun ruhu, kimliği ve kişiliğini, elbisesi yönetimi ifade eder.
Anlayacağımız “bir ah çeksem, karşıki dağlar yıkılır” Ağzımızdan çıkan söze hepimiz daha çok dikkat etsek. Dil lisandır, Dil kalptir, dil, tad alan organımızdır. Eğer dilimizi doğru kullanmazsak o “dil yaresi”ne sebeb olabilir. Konuşarak tearüf edecek/bilişeceğiz. Dil kavga edelim diye değil, bilişelim diye yaratıldı.