GÜLSÜM KAYMAK YAZDI
Mesleğimin getirisi olarak, eleştirel aklımı kuşanıp fikirsel rekabetlere cesurca atılmaya alışığım. Alışık olmadığım ve alışamayacağım; hür, dinamik ve eleştirel aklı güçlü olmak zorunda olan bilim insanlarının şimdilerde görmeye başladığım yeni yüzü.
Bu yüz, biraz can sıkıcı ve önemli ölçüde de düşündürücü…
Son dönemde Türkiye’deki bilim insanları, “sessiz kalma hakkı”nı biraz fazla kullanıyor ve sükûneti ‘düzen’ addediyor. En dayanılmazı ise; bugün pek çok bilim insanı(!) eleştirme ve tartışma yetisini yitiriyor.
İşte size bir örnek!
Geçenlerde katıldığım ve Türkiye’deki siyasal tıkanıklıklardan söz ettiğim bir sempozyumda projektörlerimi; hükümet eden partiye çevirmiş ve muhataplarımı söz konusu partinin icraatlarını irdelemeye davet etmiştim. Bu partinin; demokrasi, özgürlük ve kalkınma vaatlerinin, çöldeki vahadan farksız olduğuna dikkat çekmiştim. Bu bağlamda, çok partili sistemlerin; çeşitlilik, eşitlik ve bilhassa da demokrasi güvencesi olmadığını belirtmiştim. Aman! Ne tepki ne tepki…
“Nasıl olur da çok partili bir sistemden rahatsız olursunuz.”
“Sizin liberalizmden(!!!) ve demokrasiden, bir rahatsızlığınız mı var.”
“Statükocu musunuz?”
“Militarist misiniz?”
Tek partili sisteme özlem duyan bir jakoben oluşumdan tutunda, tepeden inmeci bir demokrasi düşmanı olduğuma varıncaya kadar, dayanaksız yığınla cümle…
Tabi ya! Onlar, çürümüş düzene yama yaparken demokrat; ben hakça bir düzen isterken otokrat…
Atatürk’ü bronz heykellere hapsedip, onun düşüncelerini silmeye çalışan,
Deposunu İslam ile doldurup dini yakıt olarak kullanan ve bu yolla onu tüketen,
Mütedeyyin vatandaşlarımızın iyi niyetlerinin sömürülmesiyle ışıldayan ‘Deniz Fenerleri’ ni örtbas eden,
Şatosunda oturup gemicikler alıveren kişilerin şakşakçılığını yapmaktan, gecekondularda yaşanan ıstırapları görmezden gelen,
Seyyar mahkemeleri unutturma yarışına giren,
Fazlalaşan faili meçhul cinayetleri, katledilen kadınları, gasp edilen ifade özgürlüklerini, imha edilen kitapları, yıktırılan heykelleri, erişimi yasaklanan internet sitelerini yok sayan demokrat; bir ben otokrat!!!
Değerli okurlar, ben bir demokrasi hazımsızı da olabilirdim; ama değilim! Demokrasiyi çıkmaza sokan şeylerin, demokrasi için yapılanlar olduğuna işaret eden ve demokrasi için kurulan siyasi partilerin, onu laçkalaştıran topluluklara dönüştüğünü düşünen naçizane bir sosyologum. Ve yeri gelmişken söyleyeyim hiçbir zaman çok partili sistemin demokrasi teminatı olduğuna inanmadım. Çünkü demokrasinin, parti sayısı ile değil ‘yasal muhalefetin’ olup olmadığı ile anlaşılacak bir sorunsal olduğuna inandım. Yurttaşın muhalif olma hakkı muhafaza edildiği sürece, tek partili sistemlerde pekâlâ demokratik olabilir.
İşte tarih! İşte gerçekler!
1935 (Türkiye’nin henüz çok partili döneme geçmediği) seçimlerine gidilirken, Başbakan İsmet İnönü ile CHP Genel Sekreteri Recep Peker Çankaya’ya çıktılar. Bağımsızlardan iki milletvekilinin yeniden milletvekili olmamasını istediler ve bu iki ismin yaptıkları sert muhalefetten yakındılar.
Atatürk şu yanıtı verdi:
“Elbette konuşacaklar, elbette eleştirecekler. Biz bu arkadaşların Meclis e girmelerini neden destekledik? Bir oyun olsun diye mi? Yoksa kendinizden emin değimlisiniz? İcraatlarınızda savunamayacağınız noktalar mı var?”
Sanırım, gerisi laf-ı güzaf kıymetli dostlar…