Ayşegül hemşire kadınlara “artık konuşun yoksa bu ülke cehennem olacak” diye seslendi. Bir insan olarak bu vicdani sesi duydum ve “ötekilerin” köşesinde konuşuyorum.
Kimse lafı eğmesin, bükmesin. Hemşire Ayşegül Terzi’ye atılan tekme, kadına, onun haklarına ve laik yaşama atılmıştır. Türkiye’de kadın hakkı ya da laiklik olduğu için değil! Kadın hakkı ve laiklik bu ülkede olmasın diye, atılıyor o tekmeler!
Ne tekmeyi atanlar “meczup”, ne atılan tekmeler “münferit.” Tekmelerin atılması ideolojiktir, teolojiktir ve tekmeler de sistematiktir.
Tekmeler ve laiklik
Tekmeleri özgürlüğe, emeğe, laikliğe ve kadınadır.
Din ve erkek egemen ideoloji, erkeğin eline verdiği şiddeti cömertçe kullanmasını teşvik istiyor. Teşvik artıkça, sokaklar kadının kâbusuna dönüşüyor. Memleketin halini görmek isteyen, sokağa baksın yeter. O sokaklarda kadınlar dövülüyor, tacize, tecavüze maruz kalıyor ve öldürülüyor! Diyanetin “kaş aldırmak dini açıdan caiz değildir” fetvasına kulak veren erkek kulluk, Trabzon’da epilasyon merkezini kurşun yağmuruna tutuyor ve dört kişiyi yaralıyor!
Ayşegül hemşirenin yüzüne inen tekmeler de, aynı zihniyetten kuvvet alınarak atıldı.
Ne tekmele ne mırıldan!
Kadına yönelik şiddetin teolojik ve ideolojik gerekçelerle toplumsallaşarak artması kadınları endişelendiriyor. “Susarsak Türkiye cehennem olur” diyen kadınların çığlıkları duyulmuyor. “Müslümanlık adına” kadını “ahlaksız” diye tekmeleyen adama, “mırıldansaydın” diyen Başbakan Yıldırım’a “mırıldanmak da şiddettir” diye cevaplıyor Ayşegül hemşire.
Ahlaksızlık ne?
Ahlaksızlık kadına yönelik şiddetin adıdır! Zalimin mazlum kadına zulmüdür. Şort giymek ahlaksızlık değildir. Ahlaksızlık başkasının yaşam tarzına müdahalenin adıdır.
Ayşegül’e yönelik şiddetini “İslam hukukunda seksi giyinen bayana kırbaç vurulur” diyerek, dini referans alarak savunma yapıyor. Ayşegül Terzioğlu’nun yüzüne indirilen tekmenin acısı dinmeden, onun özel hayatına, bedensel ve inançsal özgürlüğüne tekme atan zalimlik tahliye edildi.
Kadının kendi bedeni ve yaşam tarzı üzerindeki söz hakkının din ve erkek egemen zihniyet adına gasp edilmesine seyirci bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Bu hak gaspçılığı, kadını, devletin, erkeğin dinine ve ideolojisine uygun yaşamaya zorlayan bir tür köleleştirmeye hizmet ediyor.
O tekmeyi atan erkekler, devletin erkeklik sınıfından ve zorunlu din derslerinden mezun oldukları için “ne mutlu erkeğim” diye gurur duyuyorlar. Devlet ve din adına vurmanın kutsal görev olduğuna inandırılmışlar. O uhrevi ve ideolojik derslerde, öğrendikleri zulmü uyguluyorlar. Gücünü ve sırıtma cüretini sırtını dayadıkları bu referanslarından alıyorlar. Ve erkekler birbiriyle gurur duyuyorlar.
Zalim erkek, mazlum kadının bedenine, özel hayat tarzının güvencesi olan laik yaşamına zulmetmeyi kendine hak sayıyor. Devlet ise bu duruma çanak tutuyor.
Bu türden kararlar, kadına ve bedeni üzerindeki söz hakkına yönelik şiddet yoluyla müdahaleye teşvik primidir. Çünkü Hemşire Ayşegül davasında saldırganın serbest bırakılması kararı, emsal bir dava olacağından, bu davada çıkan karar ya erkeklere sokakta kadına yönelik şiddette cesaret verecek ya da caydırıcı işlev görecektir.
İnsan hakları ve hukukun evrensel ilkeleri, kadınların kendi yaşam tarzları, bedenleri ve doğurganlıkları üzerinde söz sahibi olmasını savunurken, bu haklara saldırıyı aklayan yargı kararları, kadın haklarına ve laiklik ilkesine karşı verilmiştir. Çünkü Ayşegül davasında, saldırgan şiddetini dini referanslara dayandırarak savunmuştur.
Kadının kendi bedeni, düşüncesi ve inancı üzerine tahakküm kurarak, kadınların kendi kaderlerini tayin etme hakları gasp ediliyor. Aslında kadınlar erkek ve din referanslı bazen örtülü, bazen de açık sürdürülen savaşın içindeler.
Kadınlar cinsiyet eşitliği ve laiklik diyor
Kadınların iki önemli mücadele zemini var; Birincisi, erkek egemen düşünceye dayalı cinsiyet ayrımcılığına karşı, her alanda eşitlik, eşit yurttaşlık ve eşit haklardır.
İkinci önemli talebi ve mücadele zemini ise, kadını ötekileştiren ve erkek egemen koruması altına sokan dinci gericiliğe karşı, özgürlüğün teminatı olan laikliğin kazanılması mücadelesidir.
Çünkü kadınlar bedenlerini, ruhlarını ve en önemlisi hayatlarını, devlet dogmalarına ve hurafelerine teslim etmek istemiyor. Dinin kurallarına değil, hukukun ve insan haklarının evrensel değerlerine dayalı hayat istiyorlar. Din kurallarına bağlılık kişilerin özel tercihidir. Dolaysıyla devlet dayatmaları ve dinci cemaat tahakkümleriyle olmaz.
Türkiye’de kadınlara yönelik çok yönlü saldırıların ve kuşatmaların giderek artmasının arkasında laiklik yerine gericiliğin mezhepçi referanslarla yaşam ve düzen haline getirilmesi vardır.
Unutulmamalı ki, kadınların kendi bedenleri, yaşamları ve gelecekleri hakkında karar verme haklarına dayalı mücadele aynı zamanda laiklik mücadelesidir.
FACEBOOK YORUMLAR